Soru

Kuranın En Büyük Mucizesi

1) Nasılki Kur'an bütün mu'cizatıyla ve hakkaniyetine delil olan bütün hakaikiyla, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bir mu'cizesidir. Öyle de Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da, bütün mu'cizatıyla ve delail-i nübüvvetiyle ve kemalât-ı ilmiyesiyle Kur'anın bir mu'cizesidir ve Kur'an kelâmullah olduğuna bir hüccet-i katıasıdır. Burayı izah eder misiniz? Hususen Peygamberimiz (s.a.v) in Kuranın bir mucizesi olması ne demektir. Nasıl anlamalıyız?

2) Risale-i nur, Kuranın bir mucize-i manevisidir diyor üstadımız. Başka alimler de kendi eserleri için Kuranın mucizesi demişler midir?

Tarih: 11.02.2021 18:11:14
Okunma: 3731

Cevap

Oldukça mühim ve iç içe üç sualinizin cevaplarını kısaca aktarmaya çalışalım.

1- Kur’ân’ın, Peygamber Efendimizin (sav) En Büyük Mucizesi Olması Ciheti:

İslam âlimleri Hz. Peygamberin (sav) peygamberliği döneminde ortaya koyduğu bine yakın mucizelerini, aklî, hissî ve haberî mucizeler olmak üzere üç şekilde sınıflandırmıştır. Aklî mucizeye en büyük örnek olarak da Kur’ân-ı Kerim’i göstermişlerdir.

Çünkü Kur’ân; 1400 senedir tüm insan tabakalarına hitap edip tüm insanlığın dünya ve ahiret saadetini temin eden, başkalarının benzerini yapmaktan aciz kaldıkları büyük ve ebedî bir mucizedir. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de bu hakikati şöyle ifade eder: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara, 2/23)

Hz. Peygamber (sav) de en büyük mucizesinin Kur’ân olduğunu bir hadisinde şöyle ifade etmiştir: “Bütün peygamberlere, kendi dönemlerinde yaşayan insanların iman edeceği birtakım mucizeler verilmiştir. Hiç şüphesiz bana ihsan edilen en büyük mucize, Allah’ın bana vahyettiği Kur’ân’dır.” (Buhârî, İ’tisâm, 1)

Âlemlerin Rabbinin emir ve nehiylerini ve dinin hükümlerini kullara tebliğ etmek, kâinat kitabının sahifelerinde nakşedilmiş olan hikmetli manaları okuyup, sair insanlara okutmak ve yaratılış ile ölümden sonraki hayatın sırrını ve hikmetlerini insanlara ders vermek için gönderilen peygamberlere, davalarını tasdik için verilen ve insanların benzerini yapmaktan aciz kaldığı harikuladeliklere ‘mucize’ denir.

Peygamberlerin mazhar oldukları mucizeler, gönderildikleri zamana ve içinde bulundukları kavmin hususiyetlerine göre farklılıklar arz etmiştir.
Meselâ, Hazret-i Musa (as) zamanında sihir çok ileri gitmiş olduğundan mucizeleri de sihirbazlara galebe çalacak tarzda gelmişti. Hazret-i İsa (as) zamanında tıp meşhur olmakla, gösterdiği mucizeler de o cihetten gelmiş ve ölüleri dahi Allah’ın izniyle diriltmiştir.
Bunun gibi, belâgat ve fesâhatin, şiir ve hitâbetin, kâhinlik ve gaybdan haber vermenin ve geçmiş ümmetlerin hâlini ve bazı yaratılış hâdiselerini bilmenin revaçta olduğu hatta zirveye çıktığı bir zamanda kendisine peygamberlik vazifesi verilen ve sözleri ve hâlleriyle Kurân’ın bir mucizesi olan Resûlullah’ın (asm) en büyük mucizesi de Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’dır.

Evet, 1400 senedir Kur’ân-ı Hakîm’e nazîre yapılamaması, bir benzer getirilememesi, asırlar ihtiyarladıkça Kur’ân’ın gençleşmesi (şebâbeti) yani hükümlerinin eskimeden hep ter u taze kalması, defalarca okunsa da usandırmaması (halâveti), geçmiş ümmetlerin hallerinden ahiret alemlerinin inceliklerine kadar dosdoğru haber vermesi, belâgati ve selâseti gibi sayısız mucizevî yönleriyle Kur’ân, Allah kelamı olup mucizeler mahzeni olduğunu kat‘î bir surette ispat ediyor. Demek Kur’ân-ı Hakîm’in her ciheti ve surelerinden harflerine kadar istisnasız her cüz’ü mucizedir; beşer, taklidinden acizdir.

Madem Kur’ân; okuma yazması olmayan ümmi bir Zat’ın yani Peygamber Efendimizin (sav) elinde bir fermandır. Öyleyse Hz. Peygamberin (sav) en büyük mucizesidir. Zira Kur’ân’da onlarca âyet-i kerîme Hz. Peygamberin (sav) risaletini yani peygamberliğini ilan etmektedir. Madem Kur’ân Allah kelamıdır ve mucizedir, öyleyse Kur’ân’ın ifadelerine göre Hz. Peygamber Allah’ın resûlüdür, Kur’ân da en büyük mucizesidir.

Hz. Peygamberin (sav) risalet ve nübüvvetine delalet eden ve O’na vahiy geldiğini tasdik eden pek çok âyetten numune olarak birkaçını ifade edelim:
“Habibim, doğrusu biz seni hak Kur’ân ile müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu tutulmayacaksın.” (Bakara, 119)

“Nitekim size, âyetlerimizi okuyacak, sizi kötülükten arıtıp, tertemiz yapacak, size Kitabı (Kur’ân’ı) ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi belletecek, içinizden bir Peygamber gönderdik.” (Bakara, 151)

“Ya Muhammed! İşte bunlar Allah’ın âyetleridir ki, onları sana dosdoğru olarak okuyoruz. Şüphesiz sen gönderilen peygamberlerdensin.” (Bakara, 152)

“Ey Muhammed! Seni insanlara peygamber olarak gönderdik, şahid olarak Allah yeter.” (Nisâ, 79)

“Yâ Muhammedi De ki: Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümdârı, O’ndan başka ilah bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah’ın hepiniz için gönderdiği Peygamberiyim. Allah’a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine -ki o da Allah’a ve sözlerine inanmıştır-inanın, O’na uyun ki, doğru yolu bulasınız.” (A’raf, 158)

Aynı manadaki şu âyetlere de bakılabilir: (Al-i İmran, 81) (Al-i İmran, 108) (Al-i İmran, 164) (Nisâ, 113) (Nisâ, 66) (Nisâ, 170) (Maide, 15) (Maide, 19) (Maide, 67) (En’am, 51) (A’raf, 188) (Tevbe, 33) (Tevbe, 128) (Yûnus, 108) (Hûd, 2) (Hûd, 120) (Yûsuf, 108) (Ra’d, 7) (Ra’d, 38) (Ra’d, 43) (İbrahim, 1) …

 

2- Peygamber Efendimizin (sav), Kur’ân’ın En Büyük Mucizesi Olması Ciheti:

Sevgili Peygamberimiz (sav), Kur’ân’ın yaşayan bir halidir. Sahip olduğu benzersiz ahlâkın kaynağı Kur’ân-ı Hakîm’dir. Hz. Peygamber (sav); taklidi mümkün olmayan, gelmiş geçmiş bütün kitapların en mükemmeli olup Allah'ın fermanı olan bu mucize kitaba (Kur'ân-ı Azim’üşşan’a) tercümanlık yapma yetkisi verilmiş, en yüksek makamda bir peygamberdir.  

Evet, Sevgili Peygamberimizin hak peygamber olduğunun yüzlerce delili vardır. Sadece güzel ahlâkı ile peygamber olduğunu kısaca şöyle izah edebiliriz:

Sevgili Peygamberimiz (sav), 14 asır önce ahlâki değerlerin ayaklar altına alındığı, her türlü ahlâksızlığın pervasızca işlendiği bir toplumda dünyaya geldi. 23 sene gibi kısa bir zamanda o cahil ve bedevi kavmi o zamanın en medeni devletlerine üstâd olacak bir hale getirdi. Bu büyük ve köklü inkılabı gerçekleştirmesinde O’nun (sav) en büyük mucizesi Rabbimizin kelamı olan Kur’ân’dır. Kur’ân’dan sonra en büyük mucizesi ise bizatihi kendisidir. Yani sahip olduğu güzel ahlâkıdır. O öyle yüce ve benzersiz bir ahlâka sahipti ki; O’nun güzel ahlâkı Kur’ân’da “Şüphe yok ki sen büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem, 68/4) fermanıyla övülmüş ve bizler için model bir şahıs olduğu bildirilmiştir.

“Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8; Ahmed b. Hanbel, 2/381 ) buyuran Peygamberimiz hakkında Kur’ân şu önemli açıklamayı yapar: “And olsun ki, sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Allah’ın Rasûlünde güzel bir örnek vardır.” ( Ahzâb, 33/21)

Cenâb-ı Hak bu beyanı ile Hz. Peygamberin, bütün inananlara ve insanlara ahlâki açıdan model bir şahsiyet olduğunu bildirmektedir. Bu ilan, Hz. Peygamberin yalnız sözleri ile değil, fiil ve hareketleri ile de kendisine tabi olunacak tam bir model şahıs olduğunu göstermektedir.

Rabbimiz; edebin, güzel ahlâkın bütün çeşitlerini en yüksek seviyede Peygamber Efendimizde (sav) toplamıştır. Ta ki her cihetle biz ümmetine güzel bir model olsun.  Doğruluğuyla, adaletiyle, merhametiyle, güvenilirliğiyle, hayâsı ile, cesaretiyle, affediciliğiyle, yumuşak huyluluğuyla, tevâzusuyla, sabrıyla, cömertliğiyle, misafirperverliğiyle, nezaketiyle, iktisadıyla, idareciliğiyle, tevekkülüyle, takvasıyla hülasa sahip olduğu her çeşit güzel ahlâkıyla düşmanlarını dahi tasdike mecbur bırakmıştır.

Öyleyse Sevgili Peygamberimiz (sav) sahip olduğu ahlâk-ı hamîdesiyle yani her türlü övgüye lâyık olan güzel ahlâk ile hak peygamber olduğunu tüm insanlığa göstermektedir.

Evet, Peygamber Efendimiz (sav), Kur’ân’ın en büyük bir mucizesidir. Zira anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa, ma‘nâsız bir kâğıttan ibâret kalır. Öyle de Peygamber Efendimiz gibi bir muallim olmadan Kur’ân’ın hükümleri anlaşılamaz ve Allah’a nasıl kulluk edileceği de bilinemezdi.

Demek, Rabbimizin emir ve yasaklarını en güzel haliyle hayatında tatbik ederek bizlere model olan ve tüm insanlığa tebliğ eden Hz. Peygamber (sav), elbette kendi namına değil Kur’ân namına tebliğde bulunup Kur’ân’ın hüküm ve esaslarını izah ve ispat etmiştir.

Mesela, âhirete imânın yüzlerce aklî delilleri aynı zamanda Efendimizin (sav) peygamberliğinin de delilidirler. Zira Peygamber Efendimiz (sav) âhirete imânı tebliğ etmiş, bu hususta mucizeler göstermiştir. O halde âhirete imânı kabul eden Peygamberimizi de tasdik etmiş olur. Bu haliyle Peygamber Efendimiz de Kur’ân’ın en temel esaslarından ahirete iman esasının bir delili olarak Kur’ân’ın bir mucizesidir. Diğer imân esaslarını ve Kur’ân hükümlerini de bu tarzda düşündüğümüzde Hz. Peygamber (sav) bütün mucizeleri, sahip olduğu güzel ahlâkı ve peygamberlik delilleriyle birlikte Kur’ân’ın güneş gibi bir mucizesidir.

Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şunları söyler: ‘’Elinde bu kâinât sâhibinin bir fermanı bulun­duğu ve o fermanı, her asırda üç yüz milyondan ziyâde insanların kabûl ve tasdîk ettikleri o ferman olan Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın yedi vecihle hârika olmasıdır. Ve bu Kur’ân’ın kırk vecihle mu‘cize olduğunu ve kâinât Hâlik’ının sözü bulunduğunu kuvvetli delilleriyle beraber Yirmibeşinci Söz ve Mu‘cizât-ı Kur’âniye nâmlarındaki Risâle-i Nûr’un bir güneşi olan meşhur bir risâlede tafsîlen beyân edildiğinden, onu ona havâle ederek dedi: “Böyle ayn-ı hak ve hakîkat bir fermanın tercümanı ve teblîğ edicisi bir Zât’ta,(asm) fermana cinâyet ve ferman sâhibine hıyânet hükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz.” (Şualar, 118)

Madem yalan ve hıyanet Hz. Peygamberden uzaktır. Ve Hz. Peygamber her daim Kur’ân’ı Allah kelamı olarak bildirir. Demek Kur’ân Kelamullah, Hz. Peygamber de Kur’ân’ın bir dellâlı, tercümanı ve tebliğcisi olarak en büyük bir mucizesidir.

 

3- Risale- i Nur’un, Kur’ân’ın Manevi Mucizesi Olması Ciheti:

Kur’ân'ın kırk farklı yönden mucizeleri vardır. Bunlardan bir kısmı söz ve edebiyatındaki mucizelerdir. Bir kısmı yazısında görünen tevafuk gibi mucizelerdir. Bir kısmı da içindeki hakikatlerin manaları ile alakalı olan mucizelerdir. İşte bu üçüncü kısma ‘Kur’ân'ın mucize-i maneviyesi’ denir. 

Risale-i Nur ise müellifi olan Üstâd Bediüzzaman'ın ifadesiyle Kur’ân'ın manevî bir tefsiridir. Yani İşaratül İcaz ve diğer meşhur tefsirlerde görüldüğü gibi ibare ve cümleleri kelime kelime, harf harf tefsir eden bir tefsir değil, Kur’ân'ın ders verdiği ve insanlığa yerleştirdiği mana ve hakikatleri tefsir eder.

Mesela; ahirete iman gibi en temel bir Kur’ân hakikatini tefsir ve ispat eder. Bunu yaparken kullandığı bütün manalar dahi Kur’ân'da anlatılan manalardır. Bunun için Hz. Üstâd Haşir Risalesi hakkında, "Yüzlerce Kur’ân âyetlerinden süzülmüş damlalardır" demiştir.

Risale-i Nur'un bir hususiyeti de bütün iman hakikatlerini (tarihte misli görülmemiş bir şekilde) dinsizliği susturacak ve kuvvetli bir imanı kazandıracak derecede sağlam delillerle, akıl ve kalbi doyuracak izahlarla ispat etmesidir.

Ayrıca İslâmiyetin bugüne kadar tam izah edilememiş yüz kadar meselesini de açık bir şekilde izah ve ispat etmiştir.

İşte Risale-i Nur bütün bu hususiyetlerini Kur’ân'dan almıştır ve Kur’ân âyetlerini tefekkürle Hz. Üstâd'ın kalbine Kur’ân'dan doğmuş ilhamlardır. Hz. Üstâd bu hakikati çok risalelerinde ifade eder. Bir yerde şöyle der:

"(Risale-i Nur'un) Kur'ân'dan başka me'hazı (kaynağı) yok, Kur'ân'dan başka Üstâdı yok, Kur'ân'dan başka mercii (müracaat yeri) yoktur. Te'lif olduğu (yazıldığı) vakit hiçbir kitap müellifinin (yazarın) yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur'ân'ın feyzinden mülhemdir (Kur’ân'dan feyiz olarak gelen ilhamlarla yazılmıştır.)" (Sikke-i Tasdik, 1. Şua) 

Netice olarak; Risale-i Nur'da anlatılan ve ispat edilen hakikatler Hz. Üstâd'ın kendi fikrinin ürünleri değildir. Kur’ân'da var olan hakikatlerin, manaların bugünkü insanların anlayıp ikna olabileceği bir tarzda onun kalbine yine Kur’ân'dan Allah'ın lütfu ile ihsan olunmuştur. Bu yönden Risale-i Nur Kur’ân'ın malıdır, onun hakiki bir tefsiridir. Kur’ân'dan ilham olunmadıkça bir insanın bunu kendi zekâ ve hafızasıyla yazabilmesi mümkün değildir. Demek Risale-i Nur, Kur’ân'ın manevi bir mucizesidir.

Risale-i Nur misillû diğer hak tefsirler dahi ekseriyetle ilhâmen yazdırılıp Allah tarafından insanlığa ihsan edilmiştir. Elbette onlar için de Kur'ân'ın manevi bir mucizesidir diyebiliriz. Lakin bizler, müelliflerinin bu tarzda beyanları olup olmadığını bilemiyoruz.

Ayrıca bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/risale-i-nurun-kuranin-mucize-i-maneviyesi-olmasi

https://risale.online/soru-cevap/muhyiddini-arabi-ve-islam-ilimleri


Yorum Yap

Yorumlar