Soru

İman-ı billah, Marifetullah, Muhabbetullah, Lezzet-i ruhaniye

10. Hüccet-i imaniyenin mukaddemesinde geçen: "Ey insan kat‘iyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, îmân-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makā-mı, îmân-ı billâh içindeki ma‘rifetullâhtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı ni‘meti, o ma‘rifetullâh içindeki muhabbetullâhtır. Ve rûh-u beşer için en hâlis sürûr ve kalb-i insan için en sâfî sevinç, o muhabbetullâh içindeki lezzet-i rûhâniyedir." Kısmı izah eder misiniz?

Tarih: 4.03.2012 20:08:52
Okunma: 43010

Cevap

"Ey insan! Kat‘iyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, îmân-ı billâhtır."

Yani insanın yaratılmasının en önemli gayesi ve en büyük neticesi Allah'a iman etmektir. Belki bütün mahlukatın ve kainatın yaratılmasının en önemli sebebi ve hikmeti Allah'ı Rabb, Ma'bud ve İlah bilmek ve O'na iman edip tasdik etmektir. Bu nokta-yı nazardan bir kimse Allah korusun eğer imansız giderse ebedi cehenneme gider. Çünki kainatın kurulmasının ve bu kadar varlıkların yaratılmasının en mühim sebebi ve gayesi olan Allah'ı Allah bilmek ve iman etmek olmazsa ona en büyük cezanın verilmesi gerekir.

"Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, îmân-ı billâh içindeki ma‘rifetullâhtır."

Yukardaki cümleyi izah etmeden evvel ilim ve marifet hakkında kısa bir bilgi şöyledir.

İlim; bilme, mârifet; tanıma mânasında olup arada şöyle bir fark var ki: İlim bir şeyi ihata edip (kuşatıp) her yönüyle tam bilme iken; mârifet her yönüyle değil belki bazı yönleriyle bilme, eksik bilgi denebilir.

Mevzumuz olan mârifetullah ise Cenâb-ı Hakk’ın kendisini bizlere kitablar, peygamberler, ve sevgili kulları vasıtasıyla bildirdiği şekilde ve ne kadar bildirdi ve tanıttırdı ise o kadar bilmek ve tanımaktır.

Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk hakkındaki malumatımız ne kadar çok da olsa eksiktir. Çünkü, Allah’ın (cc) bütün isim ve sıfatları ve şuunatı ve zâtı, mutlak (sonsuz, sınırsız)’dır. Yani Onu kuşatamadığımız için Cenâb-ı Hakk hakkındaki malumatımıza ‘ilmullah’ denilmiyor; ‘mârifetullah’ deniliyor.

Cümlenin izahına gelirsek,

İnsanlığın en yüksek mertebe ve makamı Allah'ı tanımaktır. İnsanların kendi aralarındaki öğrendikleri bir çok bilgi veya hüner veya sanat genelde dünyalıktır. Herhangi biri bunlardan birini biliyorsa marifetli biri veya bu işe marifeti var denilir. Bu dünyalık olan marifet, hüner, sanat ve kemalat eğer Allah'a iman ve marifetullah yoksa bir kıymeti ve ehemmiyeti yoktur. Hatta iman-ı billah ve marifetullah veya bunların vesilelerinden olmazsa hiç hükmündedir. Çok kimse bu dünyalıkların peşine koşarak asıl vazifesi olan Allah'a iman ve Allah'ı tanıma vazifesinden uzak bir şekilde yaşıyor. En önemli mesele dünyalıklar elde etmek olduğunu zannediyor. 

"Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı ni‘meti, o ma‘rifetullâh içindeki muhabbetullâhtır."

Cinlerin ve insanların en güzel ve parlak ve tatlı lezzeti ve saadeti ve nimeti Allah'ı tanıdıkça artan muhabbetullahtır. Çünki kişi Allah'ı tanıdıkça O'na olan imanı, korkusu ve muhabbeti artar. Muhabbeti arttıkça da bundan zevk ve lezzet alması ziyadeleşir. Hatta en önemli gayesi haline gelir. Hak aşıklarının Allah aşkıyla kendinden geçmelerini ve dünyalık hiçbir şey istememelerini hatırlayalım. Hatta Yunus Emre'nin Allah aşkıyla söylediği ve dünyayı değil cenneti dahi istemediği şu dizeleri mevzumuz olan muhabbetullah meselesi için gayet manidardır. 

"Cennet cennet dedikleri,
birkaç köşkle birkaç huri,
isteyene ver onları,
bana seni gerek seni..."

"Ve rûh-u beşer için en hâlis sürûr ve kalb-i insan için en sâfî sevinç, o muhabbetullâh içindeki lezzet-i rûhâniyedir."

İnsanın ruhu ve kalbi için en saf, temiz ve güzel sevinç ve mutluluk Muhabbetullah ile elde edilen ruhani lezzetlerdir. Evet insanın maddi zevkleri çabuk son bulur. Hatta bazıları usandırır. Fakat manevi ve ruhani lezzetler insanı usandırmaz ve tok etmez. "Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur."(R'ad, 28) sırrıyla insanın kalbi ve ruhu böyle manevi ve ruhani lezzetlerle tatmin olur. Fakat zamanımızda insanların çoğu bu boşluğu maddi ve dünyevi lezzetlerle doldurmaya çalışmakta ve bir türlü tatmin olamamaktadır.

Bu izahlardan sonra iman-ı billah, marifetullah, muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniye ile alakalı bazı alıntılar yapıyoruz.


 وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْأِنْسَ اِلَّأ لِيَعْبُدُونِ (Ben) cinleri ve insanları, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım!

Bu âyet-i uzmânın sırrıyla insanın bu dünyaya gönderilmesi­nin hikmeti ve gayesi, Hâlik-ı Kâinât’ı tanımak ve ona îmân edip ibâdet etmektir. Ve insanın vazîfe-i fıtratı(yaratılış vazifesi) ve farîza-i zimmeti(üzerine farz olan vazifesi), ma‘rifetullâh ve îmân-ı billâhtır. Ve iz‘ân ve yakîn ile vücûdunu ve vahdetini tasdîk etmektir. Evet, fıtraten dâimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve nihâyetsiz elemleri bulunan bîçâre insana; elbette o hayat-ı ebediyenin üssül’esâsı ve anahtarı olan îmân-ı billâh ve ma‘rifetullâh ve vesîlelerinden başka olan şeyler ve kemâlâtlar, o insana nisbeten aşağıdır. Belki çoğunun kıymetleri yoktur."(7. Şua)

“Dünyanın zevkleri ve zinetleri Hâlıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde cennet bile olsa cehennemdir. Bilhassa şehvetin ateşini söndürecek mârifetullahtan başka bir şey var mıdır?

Evet mârifetullah olduktan sonra dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi cennete bile iştiyak kalmaz.”(Mesnevi-i Nuriye)

“Haberde geldi ki:
“Dünyada öyle bir cennet vardır ki onu bulanda cennete bir istek kalmaz. Bu cennet mârifetullahtır.”

“İnsanlar bu âlemden göçüp gittikçe buradaki en güzel şeyin lezzetinden mahrum kalırlar. O en güzel şey mârifettir ki o bütün nimetlerden daha zevkli daha lezzetlidir.” (Mârifetname)




Yorum Yap

Yorumlar

iki cihanda risalei nur talebelerinden ALLAH razı olsun marifetini elde eden kullarının zümresine yazsın
Gönderen: ÖKKAŞ BORA
Tarih: 8.03.2012 22:26:03