Soru

Bediüzzaman'ın İman Kurtarma Çabası

Bediüzzaman Hazretleri, insanların imanını tehlikede görüp, her an kalbinde bunun sıkıntısını çekmiş. Bu durum Üstadın şahsına ihsan edilen Allah'ın bir lütfu mudur? Bizde neden olmuyor? Biz neden kalbimizde bu durumu her an hissedemiyoruz?

Tarih: 26.06.2010 00:08:05
Okunma: 9119

Cevap

Hz. Üstad'ın bunu kalbinde şiddetle hissetmesi kuvvetli imanının ona verdiği keskin bakış açısından kaynaklanmaktadır. Bu bakış açısının temellerini inceleyecek olursak;

1- Allah'ın varlığını, her an hazır ve nazır olduğunu her an hissetmek demek olan huzur-u daimî makamını elde etmiştir. Diğer bir tabirle zahirden hakikate geçmiştir. Yazmış olduğu, tevhidi isbat eden Ayetül-Kübra, Pencereler gibi risaleleri ve hayatı imandaki bu yüksek seviyesini isbat eder.

2- Sahib olduğu bu tevhid nazarıyla dünyanın ve nefislerin faniliğini ve ölümün yakınlığı ve kaçınılmazlığını en yüksek bir şuur ile hissetmiştir. 26. Lema, İhtiyarlar Risalesi ve Meyve gibi risaleri bu halini gösterir.

3- Dünyadan sonra ahiretin geleceğine ve insanların orada cennet veya cehenneme gireceklerine bu geceden sonra yarın sabah olacağı kadar kat'i bir kanaaatle inanmıştır. Bunu da 10. Söz Haşir ve 29. Söz gibi çok risaleleri isbat eder.

4- Allah'ın Rahman ve Rahim isimlerinin gereği olan şefkat duygusu fıtratında son derece ileri bir mertebede ihsan edilmiş ve imanıyla birlikte bu duygusu daha da yükselmiştir. Şefakatte öyle bir mertebeye ulaşmıştır ki, Hz. Ebu Bekir gibi, ehl-i imanın cehennemden kurtulması uğruna cehennemi dahi kabul etmeye hazır olduğunu ilan etmiştir.

5- Günümüzde İslam Dünyası manen ve maddeten zayıf düşmüş ve bunun neticesi olarak dinsizlik fikri kuvvet bularak Müslüman nesillerin imanları ciddî bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. Eski zamana nisbetle imanını kaybeden ve şübhelere düşen Müslüman sayısı kıyaslanamaz biçimde çok çok artmıştır. İmanını kaybeden insanların gideceği yer ise ebedî cehennem ateşidir.

 

İşte Bediüzzaman Hazretleri yukarıda saydığımız özelliklerinden dolayı insanlar imanlarını kaybederlerse ebedî bir ateşe düşeceklerini gözüyle görmüş gibi kat'i bir surette biliyor ve içinde taşıdığı aşırı şefkat duygusundan dolayı insanlara çok acıyor ve imanlarının gitmesinden dolayı büyük acılar çekiyor ve bunun için çareler arıyordu.

Allah (cc), onun bu samimi duygularını karşılıksız bırakmamış ve İslam Tarihinde misli bulunmayan en kuvvetli iman derslerini, Kur'an'dan ilham alarak yazmayı kendisine nasib etmiştir.

O da ömrü boyunca bu derslerin insanlara ulaşmasına ve cehaletle düştükleri bu imansızlık ve şübhe hastalığından o derslerdeki kuvvetli deliller sayesinde kurtulmalarına büyük çabalar sarf etmiştir.

Bu uğurda her türlü çileye katlanmış, ömrünün son 35 senesi hapisler, sürgünler ve işkencelerle geçmiş ve gizli dinsiz düşmanları tarafından kendi fadesiyle en az 19 defa zehirlenmiş, fakat Allah'ın inayetiyle kurtulmuştur. 83 yaşında Rabbine kavuştuğu son vefat hastalığının dahi kendisine verilen bir zehrin neticesi olduğu zannedilmektedir.

Netice olarak diyebiliriz ki, Hz. Üstad'ın yukarıda saydığımız sıfatlarına ne nisbette ulaşabilirsek o nisbette aynı şefkat duygularını taşır ve o derecede insanların kurtuluşu için gayrete geliriz.

Mesela bir düşünelim: Ailemizin bir ferdi inançsız ise, ya da inancını son nefeste kaybetmesi son derece muhtemel bir halde ise, ölür ölmez ebedi bir ateşe düşeceğini düşünmemiz bizi korku ve telaşla onu kurtarmak için harekete sevketmez mi? Elbette ne kadar bunu anlarsak, bizi o kadar harekete ve bu uğurda fedakârlığa sevk edecektir.

Üstelik bu uğurda yapılacak hizmetler İslamiyetin kabul ettiği en büyük ibadettir ve buna manevî cihad denilir.

Resul-ü Ekrem (asm) Efendimiz'in, "Senin sayende bir kişinin imana gelmesi, sahralar (büyük ovalar) dolusu kırmızı (değerli) koyunları Allah yolunda sadaka vermenden daha hayırlıdır" buyurması bunu açıkça gösteriyor.

Rabbimiz cümlemize öyle kuvvetli imanlar, şefkat ve gayretler nasib eylesin... Amin.


Yorum Yap

Yorumlar